Erdoğan, 15 Şubat 2020 tarihinde AKP’nin İstanbul İl Başkanlığı’nda düzenlenen ödül töreninde yaptığı konuşmada Suriye’yi tehdit etti ve “İdlib’deki çözümün rejimin saldırganlığının durdurulması ve anlaşmalardaki sınıra çekilmesine bağlı olduğunu, aksi takdirde Şubat bitmeden bu işi yapacaklarını” beyan etti. Yani “ülkesini savunan ve emperyalizmin vekâlet savaşçılarına karşı bir anlamda iç güvenlik harekâtı yapan Beşar Esad yönetimindeki Suriye’nin meşru güçlerine saldıracağız” demek istedi.
Daha sonra, İdlib gibi küçük bir alan Türkiye’nin her tarafından yeni birlikler getirilerek, şehitler verilmesine rağmen takviye edildi. Yabancı basında söylenen ve yazılan; “Türkiye’nin şu anda İdlib’de 10 bin askerinin, 2 bin tank, top, zırhlı personel taşıyıcı ve mekanize aracının bulunduğu”, daha doğrusu “ateşin içine atıldığı” şeklinde! Yakın hava desteği olmadan ve olamayacağını bile bile harp prensiplerini dikkate almadan İdlib’e bu kadar çok sayıda askeri birliği konuşlandırmak Mehmetçiğin canını yok saymak demektir. Ayrıca; hava desteği olmadan İdlib’de Suriye rejim güçlerine karşı yapılan bir harekâtın başarı şansı hiç yoktur.
ABD Rusya ile Savaşmak İstiyor mu?
Bu yüzden hava tehdidine karşı Patriot Hava Savunma Füzeleri istendi. Burada iktidarın amacı; İdlib’de Suriye rejim güçlerine karşı yapmayı planladığı operasyona müdahale edecek Rusya Federasyonu’na ait hava unsurlarının Patriot’lar vasıtası ile düşürülmesi ve Rusya ile NATO’yu karşı karşıya getirmekti. NATO kapsamında Patriot’ların verilmesinin mümkün olmadığını Almanya ve Fransa’nın kesinlikle veto edeceğini zamanında yazmıştık. Tek şans, Türkiye’nin İdlib’deki operasyonunu destekleyen ve iktidara gaz veren ABD olabilirdi. Ama Erdoğan’ın Azerbaycan ziyareti dönüşü sırasında yaptığı açıklamalardan anlıyoruz ki; ABD de vermiyor.
Ne yazık ki iktidar ve yakın çevresi, büyük resmi göremiyor. ABD’nin İdlib konusunda iktidara verdiği destek sınırlı. ABD, asla çatışmanın büyümesini ve Suriye’de bir ABD-Rusya savaşı haline gelmesini istemiyor. NATO’nun da Türkiye’ye verdiği destek sınırlı. NATO da çatışmanın büyüyerek NATO-Rusya gerginliği haline gelmesini istemiyor. ABD’nin tek derdi; Türkiye’yi Rusya’dan uzaklaştırmak. Çünkü ABD, Suriye’de revize edilmiş hedeflerinin çoğuna ulaştı.
Rusya Suriye’de Ne Yapıyor?
Ulaşılan hedefler açısından ABD, Suriye’de Beşar Esad’lı bir çözüme razıdır. Suriye’nin petrol bölgelerini elinde tutmaya devam edecektir. Suriye’de federatif bir yapının peşindedir. Koruduğu ve kolladığı Kürtleri, federatif yapının içine güçlü bir şekilde monte edecek girişimlerin içinde olacaktır. Kolu kanadı kırılan, toparlanması 10’larca yıl alacak Suriye’nin artık Golan üzerinde hak iddia etmesi, Filistin davasında oyuncu olması ve Trump-Netanyahu arasında yapılan Yüzyılın Anlaşmasına itiraz edebilmesi zordur. Rusya’nın elde ettiği kazanımları kabullenmektedir. Tek hedef ise İran’ın Suriye’den çıkarılmasıdır.
Rusya ise Suriye’deki kazanımları nedeniyle, Büyük Petro’dan beri sürdürdüğü sıcak denizlere inme hedefinde Soğuk Savaş döneminde ulaştığının da ötesine geçmiştir. Suriye’de federatif yapıya sıcak bakmaktadır. Suriye’deki Kürtlerin hamiliği konusunda ABD ile rol kapma yarışı içindedir. İran’ın zaman içinde Suriye’den çıkarılmasına itirazı olmayacaktır. Suriye’de Erdoğan’ın desteğindeki cihatçı bir yapıya kesinlikle izin vermeyecektir.
Almanya ve Fransa’dan Destek Yok!
Erdoğan, Rusya karşısında pazarlık gücünü arttırabilmek ve durumsal üstünlük sağlayabilmek için Almanya ve Fransa’nın kendisine destek olacağını düşünerek 5 Mart 2020 tarihine yönelik bir 4’lü zirve (Almanya, Fransa, Rusya, Türkiye) çağrısı yapmıştır. 27 Şubat 2020 itibarıyla, Almanya ve Fransa’dan henüz olumlu yanıt gelmemiştir. Böyle giderse, zirve Türkiye ve Rusya arasında geçer. Almanya ve Fransa zirveye son anda katılsalar bile iktidarın beklediği desteği ve İdlib Harekâtı için açık çeki vermelerine imkân ve ihtimal yoktur. AB’nin iki lider ülkesi Almanya ve Fransa’nın Rusya’yı izole etmek ve ötekileştirmek istemediği, hatta ABD’ye karşı denge unsuru olarak kullanmak istediği, 14-16 Şubat 2020 tarihleri arasında icra edilen Münih Güvenlik Konferansı’nda çok net bir şekilde görülmüştür.
İktidar bu resme rağmen geri adım atmaz, Rusya ile anlaşmaz ve İdlib’de operasyon yapmaya kalkarsa, hava desteğinden mahrum olduğumuzu da değerlendirdiğimizde çok kayıp veririz. Ayrıca; bu ağır riski göze alabileceğimiz ama ulaşabileceğimiz bir hedef de yoktur.
Kim Soçi Mutabakatı Taahhütlerini Yerine Getirmedi?
Açıkça söylemek gerekirse; iktidar fahiş ve affedilemez yanlışların içindedir. İktidar, Soçi Mutabakatı gereğince verdiği İdlib’deki taahhütlerini yerine getirmemiştir. Diğer yandan; Birleşmiş Milletler tarafından yayınlanan terör örgütleri listesinde olan ve Türkiye Cumhuriyeti tarafından da terör örgütü olarak kabul edilen Tahrir el Şam iki yıl önce İdlib’in yüzde 50’sini kontrol ediyorken, bugün yüzde 90’nını kontrol etmektedir. İktidar bırakın taahhütlerini yerine getirmeyi, kontrolünde ve sorumluluğunda bulunan alandaki terör örgütünün güçlenmesine neden olmuştur.
İdlib, Suriye’nin bir parçasıdır ve Suriye’nin toprak bütünlüğü içinde değerlendirmek zorundayız. İdlib’de yapmamız gereken buradaki yapıya kalkan olmak değil, Suriye ile işbirliği içinde olmaktır. Türkiye’nin güvenliği ve çıkarları bunu gerektirmektedir. Oysa ki iktidar, Afrin ve İdlib’i içine alacak bölgede İhvan Devletçiği veya federatif yapı içinde bir İhvan Otonom Bölgesi peşindedir.
İktidarın gerek Suriye’de gerekse Libya’da icra ettiği faaliyetler gayri meşrudur ve uluslararası hukuk açısından izah edilebilir ve hesap verilebilir değildir. Bu tutum Türkiye’nin başını çok ciddi biçimde bir belaya sokar. Türkiye’nin “cihatçılarla, El Kaide ve IŞİD türevi örgütlerle işbirliği yaptığı” tüm dış dünyada geniş olarak yazılmaktadır. “Suriye Milli Ordusu” gibi adlandırmalar komik olmaktadır ve kimse ciddiye almamaktadır.
Libya’da da Durum İyi Değil!
Libya’dan da çok kötü haberler gelmektedir. Askerlerimiz zor durumdadır ve tüm kabileler Hafter’e destek vermektedir. Mehmetçik iki ateş arasında kalmıştır. Geçtiğimiz ay (Ocak 2020) Berlin’de yapılan Libya Konferansında alınan kararlara rağmen Libya’ya Suriye’den 3 bin cihatçı gönderilmesi, silah ve mühimmat taşıyan bir gemiye el konulması ve halen İtalya’da gözetim altında olması tüm dünya kamuoyunu Türkiye aleyhine yönlendirmektedir. Hafter, Türkiye’ye yönelik yaptığı suçlamada “Libya’da Türkiye’nin getirdiği IŞİD militanları ile savaşıyoruz” demektedir ve bu Avrupa kamuoyunda karşılık bulmaktadır. Ne yazık ki, dış basında maksadı aşan yorumlar olsa bile Türkiye’nin bu yaptıkları, Nazi Almanya’sının II. Dünya Savaşı’nın başlangıcında Polonya ve Fransa’ya karşı yaptığı istila girişimlerine benzetilmektedir.
Bu gidiş, iyi gidiş değildir. Geriye dönülmez de eşik geçilirse; ülkece ve milletçe çok ama çok büyük zarar görürüz. Gazi Meclis bu duruma el koymalıdır ve bu felakete gidişi durdurmalıdır. Tüm muhalefet bir araya gelmelidir. Ak Parti ve MHP Milletvekilleri sadakatin lidere veya liderlere değil ülkeye ve millete olacağından hareketle, muhalif harekete destek vermelidir. Gidiş böyle devam ederse; Türkiye’nin “Haydut Devlet” ilan edilmesi söz konusu olabilir.
“Haydut Devlet” Ne Demek?
“Haydut Devlet” tanımlaması ilk defa ABD tarafından 1990’lı yılların sonunda yapıldı, uluslararası siyasi literatüre girdi ve NATO planlarında yer aldı. Orijinal dilinde “Rogue State” olarak adlandırılan “Haydut Devlet” genel olarak;
Kural, hukuk tanımayan,
Küresel ve bölgesel barışı tehdit eden,
Belirli bir düzen içinde hareket etmeyen ve ne yapacağı tahmin edilemeyen,
Terörizme ve kitle imha silahlarının yayılmasına destek veren devletler için kullanılıyor.
Bugüne kadar “Haydut Devlet” ilan edilip de kazasız belasız bu durumu atlatmış, başına felaket gelmemiş tek bir örnek bile yok. Bu kötü gidiş mutlaka durdurulmalıdır. Başımıza geleceklere Rusya da sesini çıkarmaz, bilesiniz!