İKTİDAR TAM YOL TORNİSTAN YAPTI!

Abone Ol

Oruç Reis sismik araştırma gemimizin Antalya Limanına çekilmesi; kelimenin tam anlamıyla tehdide pabuç bırakmak ve teslim olmaktır. Taviz olarak açıklamak yaşanan bu durumu gerçekten hafife almak olur. Devletler uzlaşabilmek için tabii ki karşılıklı olarak ilk pozisyonlarını değiştirebilir, bazı konularda geri adım atabilir ve taviz verebilirler. Ama karşılıklı olmak şartıyla! Yunanistan taviz vermediği gibi, öncesinde tehdit etmiş, geri adım attırmış ve hukuksuz olarak işgal ettiği adalardan, 1923 Lozan ve 1947 Paris Anlaşmaları gereğince silahsızlandırılmış olması gereken Boğaz Önü, Doğu Ege ve Oniki Adalar’daki ihlal durumunu devam ettirdiği gibi, bu konuda geri adım atacağına yönelik bir niyet bildiriminde bile bulunmamıştır.

ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, geçen hafta Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ni (GKRY) ziyareti öncesinde “Akdeniz’de gerginliği arttıran güçlerinizi geri çekin” diyerek, tehdit etmiştir. Daha sonra, geçtiğimiz Cumartesi (12 Eylül 2020) günü gerçekleştirdiği GKRY ziyareti sırasında da tehdidine devam etmiş ve Türkiye’ye “Gerginliği arttıran aktivitelerinizi bitirin ve masaya gelin!” demiştir. Ayrıca daha yüksek perdeden bir tehdit için ABD Başkanı Trump’ın arayıp aramadığını bilmiyoruz. Çünkü Trump, geçen yıl Türkiye’nin Fırat’ın doğusuna icra ettiği askeri harekâtı hakaretamiz, tehdit ve şantaj içeren bir mektupla siyasi ve askeri hedefler ele geçirilmeden durdurmuştu. Mektubu Amerikalılar basına sızdırmasaydı, millet olarak bizim haberimiz olmayacaktı. 

Mitsotakis Tehdit Etti!

Yine geçen hafta, Yunanistan Başbakanı Kyriakos Mitsotakis de Korsika Adası’nda Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ile yapacağı zirveyle aynı güne denk gelecek şekilde bir makale yayınladı ve makalesinde “Türkiye’nin önündeki seçeneğin çok açık olduğunu, Avrupa’nın yanı başında saldırgan tutumunu sürdürmesi halinde bunun ekonomik bedelini ödeyeceğini” yazdı. Mitsotakis, açıkça Türkiye’ye tehdit mesajı göndermişti.  Aynı gün bu tehdidin arka planı, gayri resmi adı EuroMed-7 olan AB’nin Akdeniz’e sahili olan Fransa, İtalya, İspanya, Portekiz, Malta, Yunanistan ve GKRY zirvesinde görüşüldü ve sonrasında bu konunun ayrıntıları Macron-Mitsotakis ikili zirvesinde de konuşuldu. 

Hazırlıklar, 24 Eylül’de yapılacak olan AB Liderler Zirvesi içindi! Türkiye’ye karşı uygulanması muhtemel yaptırımlar üzerinde çalışılıyordu. AB, Türkiye’nin Akdeniz’deki gaz arama faaliyetlerini karasuları ile sınırlandırmak istiyordu. Ayrıca AB üyeleri olan Yunanistan ve GKRY tehdit altında olduklarını öne sürerek, AB’yi harekete geçmeye zorlamış ve AB de geçtiğimiz Temmuz’da Türkiye’ye karşı yaptırım kararının alınabileceği mesajını vermişti.

Ekonomi En Önemli Güvenlik Cephesidir

Ama Türkiye’nin ekonomisi iflas durumundaydı. Üzerine de Korona salgını tuz biber olmuştu. Ekonominin AB’den gelebilecek bir yaptırım paketine dayanabilecek gücü yoktu! İktidar pes etti, tam yol tornistan yapıldı, Navtex’ler uzatılmadı ve Oruç Reis gemimiz limana döndürüldü. İktidarın “Bakım için döndü” açıklaması da bu durumda hiç mi hiç inandırıcı olmadı. Eğer sorun bakım olsaydı; sismik araştırma yapma imkânı mevcut başka bir gemimiz olan Barbaros Hayrettin Paşa sahaya gönderilirdi.

Ayrıca Yunanistan Başbakanı Mitsotakis’in açıklamaları bizim için hem çok gurur kırıcıdır hem de Oruç Reis’in bakım için geri çekilmediğinin açık kanıtı niteliğindedir. Mitsotakis, Oruç Reis’in geri çekilmesini olumlu bulmuş ve “Bu olumlu işaretler devam ettikçe, Türkiye ile istikşafi görüşmeleri başlatmaya hazırız” demiştir. Yani “Oruç Reis yetmez” diyor ve başka tavizler istiyor! Ekonomi bir ülkenin en önemli güvenlik cephesidir. İktidar bu cepheyi düşürdüğü için tehdide ve şantaja açık hale geldik!

Yalnızlığımızın ve Kuşatılmışlığımızın Mimarı İktidardır

İktidarın pes etmesinin, teslim olmasının ve tornistan yapmasının iki büyük nedeni var. Birincisi; ekonomimizin iflas etmiş durumu, hazinenin boş olması ve bu halde AB’nin yaptırımlarının göğüslenemeyeceği ve aksine AB’nin ekonomik desteğine ihtiyaç duyuyor oluşumuz. İkinci büyük neden ise; iktidarın çağdışı ideolojisi ve hayali ile devlet aklını yok sayan, liyakati devlet kadrolarından kapı dışarı eden, iş bilmez ve yalan yanlış politikaları yüzünden Türkiye’nin yalnızlaşması ve kuşatılmış olmasıdır. 

Doğu Akdeniz’de bizim dışımızda 8 ülke var ve biz bu 8 ülkenin 7 buçuğuyla ya kavgalıyız ya da savaşıyoruz. İktidar, yaptığı yanlışlarla ve iş bilmezliklerle bir araya gelmesi mümkün olmayan ülkeleri bir araya getirdi ve bize karşı cephe kurmalarını sağladı. Kuşatılmamızın ve yalnızlaşmamızın mimarı iktidardır. AB ve ABD ile de sorun var! Rusya ile Suriye ve Libya’da karşı cephelerdeyiz. Ayrıca Rusya’nın tarihsel bağı ve Ortodoks dayanışması nedeniyle Yunanistan ve GKRY ile özel bir ilişkisi var. Rusya’yı Türkiye ve Yunanistan arasında seçim yapmaya zorlamamak lazım. İktidar bunun bilincinde mi?

Arap’tan Çok Arapçı, Filistinlilerden Çok Filistinci!

Ya İslam ülkeleri? Onlar da arkamızda değil, hatta karşımızda! Arap Birliği’nin geçen hafta 9 Eylül 2020’de gerçekleştirilen Bakanlar Konseyi toplantısının ardından Türkiye’ye yönelik yaptıkları açıklamalar yenilir yutulur gibi değil! Türkiye’yi Arapların içişlerine karışmakla, bölgenin güvenliği ve istikrarını tehdit etmekle suçluyorlar. Evet, iktidarın “Yeni Osmanlı” hayali, “Lozan’ın güncellenmesi gerekir” söylemleri ve İhvan’ı destekleyen politikaları Arap dünyasında revizyonist, yayılmacı ve hegemonyacı olarak görülüyor ve tehdit olarak algılanıyor.

Arap Birliği’nin kararına sadece dört ülke itiraz etti. Somali, Cibuti, Libya ve Katar. Bu ülkelerden Somali ve Cibuti, Arap Birliği içinde ama Arap değil. Katar ve Libya’nın batısındaki Trablus yönetimi ise İhvancı. İktidarın Türkiye’nin güvenliğini ve çıkarlarını yok sayacak şekilde kraldan çok kralcı, Arap’tan çok Arapçı ve Filistinlilerden çok Filistinci politikaları semeresini vermemiş ve Filistin’in bile Arap Birliği’nin Türkiye karşıtı kararına bir itirazı olmamıştır. İşte buna devlet aklı ile hareket etmemenin sonucu diyoruz!

Şapkalar ve Fesler Öne!

İktidarın İhvancılığı yüzünden Mısır, 6 Ağustos 2020’de Yunanistan ile deniz yetki alanları sınırlandırma anlaşması yaptı. Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), iktidarın bu İhvancılığı yüzünden 6 adet F-16 savaş uçağını Yunanistan’ın Girit adasına intikal ettirdi, Türkiye’ye karşı konuşlandırılmak üzere. Bu arada İhvan’ın Atatürk’e ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu ideolojisine düşman bir yapı olduğunun da altını çizelim.

Türkiye Cumhuriyeti, tarihi boyunca bu kadar yalnız olmamış ve kuşatılmamıştı. 1974 Barış Harekâtı sırasında İslam ve Arap Dünyası’ndan destek vermeyenler bile karşı cephede olmamış ve Türkiye’ye karşı Yunanistan’ın yanında konumlanmamıştı. Laikliği aşındırılmamış olan Türkiye’ye Araplar dâhil İslam Dünyası da destek vermişti. Bugün ise ihtiyacımız olmadığı halde cami üzerine cami açan, Ortaçağ hukukuna referans yaparak, Cumhuriyet hukukunu ve idari kararlarını yok sayarak Ayasofya’yı açan, her fırsatta laikliği aşındıran “Siyasal İslamcı” bir iktidar tarafından yönetilen Türkiye’ye karşı İslam Dünyası, ağırlıklı olarak Ortodoks Yunanistan’dan yana tavır koyuyor. Şapkası olanlar şapkasını, fesi olanlar ise fesini çıkarıp önüne koymalı ve düşünmeli “Niye böyle oldu?” diye!

Kurtuluş Savaşında Bile Bu kadar Yalnız Değildik!

Kurtuluş Savaşı sırasında bile bu kadar yalnız değildik! Sovyetler Birliği yanımızdaydı! Mustafa Kemal’in Bolşevik olmadığını biliyorlardı. Ama “Düşmanımın düşmanı dostumdur” ilkesi ve emperyalistlere karşı sürdürülen mücadele, Sovyet desteğinin alınmasına neden oldu. Ayrıca Mustafa Kemal’in akıl dolu politikaları ile emperyalizmin kendi içindeki çıkar çelişkileri kullanıldı ve Fransa ile İtalya karşımızdaki şer cephesinden çıkarıldı. Hatta İngiltere ile mücadele edilirken bile İngiltere kamuoyu kazanılmaya çalışıldı. Tabii ki bunlar akıl ve bilgi ile oluyor! 

Demek ki; afralarla tafralarla, içi kof meydan okumalarla, dış politikayı kantarın topuzunu kaçıracak şekilde iç politika enstrümanı olarak kullanmakla, tribünlere oynamakla olmuyor. İktidarın yanlış hesabı, bölgenin ve bölge üzerinde çıkarları olan küresel aktörlerin başkentlerinden onur kırıcı bir şekilde geri dönmüştür. İktidar gerçekten denizlerdeki hak ve menfaatlerimizin korunmasında -sözde değil özde- samimi ise; İslamcı politikalardan ve bu kapsamda İhvan’a destek olmaktan, dış politikayı iç politika aracı olarak kullanmaktan vazgeçmeli, konunun ivediliğine binaen Dışişleri Bakanlığı’mız başta olmak üzere liyakati devletin içine tekrar sokacak ve Türkiye içinde kaybolan hukuku ve adaleti temin edecek tertip ve tedbirleri derhal almalıdır. Ama samimi değilse, kaybetmeye ve acı çekmeye devam ederiz!