Türkiye'de tabandaki sesi duyabilmek için CHP İngiltere Birliği Yönetim Kurulu üyesi Ayhan Peker’le yaptığımız sohbeti aktarmak istedim.
Son seçimler üzerine çok konuşulduysa da muhalefetin seçimleri neden kaybettiği henüz sağlıklı sorgulanamadı. Yenilen parti yöneticileri kaçamak bahanelerle sıyrılmaya çalışsalar da derinde nelerin olup bittiği aslında tam anlaşılabilmiş değil.Tabandaki sesi duyabilmek için CHP İngiltere Birliği Yönetim Kurulu üyesi Ayhan Peker’le yaptığımız sohbeti aktarmak istedim. Peker, aynı zamanda “Türkiye Gönüllüleri” oluşumunda görevli olarak son iki seçimde Urfa’da oy sandıkları başında nöbet tutmuştu. Birazdan hep birlikte tarlanın nabzını dinlerken gurbetten sınırlarımızın fotoğraflarına bakacağız.
Ayhan Peker Türkiye, Pakistan ve Suudi Arabistan’da inşaat mühendisi olarak çalıştıktan sonra 30 yıl önce İngiltere’ye taşınmış.
İngiliz bir hanımla evli ve iki evladı var. Son yıllarda uluslararası bir firmada teknik müdür olarak çalışıyor. 60 yaşında ve CHP’lilerin İngiltere’de örgütlenmeye başladığı ilk günden bu yana hep ateşin içinde olmuş.
—- Ayhan arkadaşım biliyorum, seni haybeden biraz daha yormuş olacağım ama biz yaştaki kimselerin terlemeleri sağlığa yararlıymış. Unutma sohbet sonrası bir bardak memleket suyu da ikramımız olacak. İlk sorumu sorayım, Londra’da rahat rahat yaşamak varken, seni ne rahatsız etti de Urfa’ya sandık beklemeye gittin?
—- Urfa’ya sandık beklemeye gitme fikri şu şekilde gelişti. Biliyorsunuz biz hemen hemen her seçime 'bu son, bunu kaybedersek her şeyimizi kaybedeceğiz' diye giriyoruz. Muharrem İnce cumhurbaşkanı adayımız iken 'elimizden gelen her şeyi yapmalıyız' diye düşünerek gittik Urfa’ya. Urfa'nın bazı ilçeleri en çok seçim usülsüzlüğünün olduğu yerler. Gidelim, olabildiğimiz kadar engel olalım düşüncesiyle gittik.
Su için teşekkürler bu arada. Keşke iki bardak ikram etseniz de sohbet sırasında da içebilsek. :)
—- Ayıp ettin. Çaylar da şirketten…
Ankara’da bile Millet İttifakı’nın birçok sandığı sahipsiz bıraktığı bilgileri Londra’ya kadar ulaştı. Sizin hayati tehdit de içeren bu çabalarınız genel sonucu değiştirmese de ne gibi katkıları oldu?
Urfa’ya gitmeden önce şöyle bir hazırlığımız oldu; Ankara CHP merkezine 'nerede ihtiyaç var' diye sorduk, oradan Urfa'da gönüllü görev alan bir eğitmen arkadaşımıza yönlendirildik. Orada, kendi aramızda para da topladık ve Urfa Akçakale’de para ile sandık görevlisi bulduk. Ama hakikaten zorlu bir seçim geçirdik.
Gerçekten de tehlikeliydi. Dışarıdan gelen bazı sandık görevlisi arkadaşlarımız darp edildiler. Benim görevli olduğum okulda, Londra'dan Devrim hanımla ikimiz vardık ve tehdit edildik. Ama sonuçta yerlerimizden ayrılmadık ve o ilkokulda usülsüzlük yapılamadı.
Seçimi kazanamadık ama bir okulda yalnızca 2 kişi, yaklaşık 1000 civarında usülsüz oy kullanımının önüne geçtik. Yöreden birileri kullanılmamış oy pusulalarını, 'ziyan olmasın; biz böyle yaparız genellikle' diyerek kullanmak istediler. Altı sandık vardı bizim olduğumuz okulda. Her sandıkta yaklaşık 150’ye yakın kullanılmamış oy pusulası vardı. Onların kullanılmasını engelledik.
Ne katkısı oldu? Valla en azından işlerin nasıl işlediğini gördük. İlçe örgütleri görevli listelerini hazırlıyorlar ama seçim günü kimsenin gelmediğini falan gördük. En nihayetinde vatan toprağı çiğnemiş olduk. : )
—- Ekonomik çöküntü, işsizlik, komşularımızla dostluklarımızın bozulması, sınırlarımızın korunamaması, akıl almaz göçmen politikaları, öğrenci yutlarında çocuk tacizleri, depremde yurttaşa el uzatmama, orman yangınlarında doğamızı koruyamama, eğitimdeki düzeysizlik ve laiklikten uzaklaşma, yabancılara toprak ve mülk satışı gibi son yüzyılın en kötü iktidarı karşısında oyunu artıramayan bir CHP var. Ben başka bir şey demiyeyim. Sen ne diyorsun?
—- Denecek çok şey var. Ama bir şeyi kaçırıyoruz gibime geliyor. Ekonomi, laiklik, orman yangınları vs. diyoruz ama bu iktidara oy verenler bu saydığınız nedenlerden dolayı bu iktidara oy vermiyorlar gibime geliyor. Bu iktidara oy verme nedenleri farklı. Öncelikle bu nedenleri anlamak gerekiyor bence. Sonrasında ise neden bize oy vermediklerine bakmalı.
Birleşik Krallık ülkelerinden İngiltere'nin başkenti Londra'da, CHP'liler, Wood Green Kütüphanesi önünde seçim çalışmaları yaparken (ortadaki Ayhan Peker)
“BİZ HALKIMIZI PEK TANIMIYORUZ”
Bakınız bu topraklarda çok ciddi bir kırılma var ve bu kırılma Osmanlı’nın son döneminden itibaren var. Ne yazık ki cumhuriyetimiz, cumhurun bazı kesimlerini diğerleri kadar memnun etmemişe benziyor. Kendilerine tepeden bakan, onları gerici diye nitelendiren, onları Arap sevdalısı olmakla suçlayan kişilere oy vermiyorlar. Eskiden kendilerine ikinci sınıf vatandaş olarak muamele edildiğini ama bu iktidarla şimdi yönetici sınıf olduklarını, sınıf atladıklarını düşünüyorlar. Bizim göremediğimiz bu bence. Biz ise yılların ezberi ile 'Atatürk, cumhuriyet, modernlik, gericilik, din vs' demenin yeterli olacağını düşünüyoruz. Kısacası biz halkımızı pek tanımıyoruz galiba.
— Yani kültürel yarılma devam ettiği sürece aktör ve figüranlar değişse de Recep Tayyip Erdoğan sonrasında da aynı filmi mi izleyeceğiz demek istiyorsun?
—- Kesinlikle doğru söylediğin. Biz bu kültürel yarılmanın farkında olacağız öncelikle. Sonrasında ise neden yenildiğimizin doğru ve dürüst bir şekilde analizini yapmamız gerekiyor. Bu analizi de işin kolayına kaçmadan yapmalıyız ama. Bize oy vermeyen insanların bizden daha kalabalık olduğunu bilerek, onları suçlamadan, onları 'makarna, kömür vs’ diyerek aşağılamadan yani halkı suçlamayarak yapılmalı bu analiz.
Bu insanların neden elit kesimden neredeyse nefret ettiğinin kökeni araştırılmalı ve bundan da bir ders çıkarmalı öncelikle. Örneğin okumuş/okumamış, kültürlü/cahil, cumhuriyet kadını/gerici kadın vb ayrımına gittiğinizde, bunu ima ettiğinizde o ayrımı körüklediğimizi anlamalıyız artık. 'Biz eskiden doktor tarafından azarlanıyorduk. Şimdi ise doktor dövüyoruz' diyerek övünen kişinin neden o şekilde düşündüğünü bir kez daha düşünmek gerekiyor.
Ve açıkça da yenildik diyebilmeliyiz. Dış güçler, CIA, ABD, seçim hileleri vs. bahane aramamalıyız artık.
Bakınız muhalefet olarak bir yol ayrımındayız. Ya yukarıda saydığım türden yaklaşımlar ile devam ederek bu iktidarın devam etmesine katkıda bulunacağız. Ya da biz değişip, şu an Erdoğan’a oy veren insanların oyunu alacağız. Değişim derken tabii ki Cuma namazlarına gitmeyi falan kastetmiyorum. Ama asıl çözülmesi gereken problem de bu. Yani nasıl değişeceğiz sorusu!
— Sen az önce “elit” deyince kalbim kırıldı. Mesleğine, uğraşına kapanıp seçkin değerler üretenleri zan altında bırakmayalım.
—- Elit sözcüğü senin söylediğin tanım içerisinde kullanılmadı aslında. Bir şekilde güç sahibi olmuş, iyi bir eğitime sahip, yönetici, kapitalizme göre orta sınıf ve üzeri, Marx’a göre Beyaz Yakalı (ki bu bile oldukça eski de kalmış bir tanım) kişiler burada sözü edilenler. Londra’daki bir çoğumuz o tanıma giriyor.
Burada asıl söylemek istediğim, gelir tabakasının en alt kısmında olan kişilerin, bu elit dediğimiz grubu kendilerinin düştüğü durumdan sorumlu tutması. Bu bir nevi, “Alavere Dalavere Kürt Mehmet Nöbete" gibi algılanıyor: ‘İnsan hakları, modernlik, eğitim, cumhuriyet vs. diyorsunuz. Ama biz yine fakiriz, siz yine Bodrum’da tatildesiniz. Siz yine bize tepeden bakıyorsunuz’ diye düşünüyorlar. Bu da biraz önce konuştuğumuz kültürel kırılma işte.
Aslında bu kırılma yalnızca 'elit kesim ile alt tabaka arasında değil'. Kürtlerle de, Alevilerle de aynı şey söz konusu. Örneğin geçenler de Londra’daki toplumumuza ait bir kuruluş, cumhuriyetimizin 100. yılını bizlerle kutlamak istemedi. Çünkü tarihimiz mağduriyetlerle dolu. Şark Islahat Planı, Koçgiri, Dersim, darbeler, dışkı yedirmeler, Mamak, Diyarbakır cezaevleri, Denizler, Mahirler, helikopterden atılanlar, Roboski vs. yüzleşilmemiş bir sürü olay var.
Siz cumhuriyet tarihini resmi tarih tezlerinin dışında hiç bir kaynağa bakmadan öğrenebildiğinizi düşündüğünüz sürece, o insanların da neden bizlerle cumhuriyet kutlamasına gelmediğini anlayamazsınız.
— Ortamı daha da kızıştırmak için şöyle bir şey sorsam; ‘fabrika ayarları’nı mı gözden geçirelim demeye çalışıyorsun?
—- Fabrika ayarları denildiğinde neler aklımıza geldiğine bağlı olarak cevap verilmesi gereken bir soru bu. Ama sanki bir şeyler denenmiş ve başarısız olunmuş ve o yüzden de geriye dönelim gibi bir anlam çıkıyor. İyi de fabrika ayarlarında yukarıda bahsettiğimiz bir çok mağduriyet yaşanmış. O mağduriyetler yüzünden bölünmüşlüğümüz var.
Fabrika ayarları sözü sanki biraz da bugünkü problemlere hiç bir çözümü olmayan bir düşüncenin çaresizliği. Bir de, çözümü neden geride arayacağız ki? Pek devrimci, ilerici bir eylem olarak görünmüyor fabrika ayarları sözü.
Bir de hatırlatmak isterim. Ecevit fabrika ayarlarına dönelim diyerek en yüksek oyu almadı. Fabrika ayarlarını eleştirerek, onları yeterli görmeyerek “Atatürk devrimleri Anadolu’ya girememiş, şehirlerde kalmış” diyerek CHP tarihindeki en yüksek oyu aldı.
Kısacası artık bize bu yüzyılın problemlerini çözecek ve/ama hepimiz için çözecek devrimci düşünceler gerekli.
—- Yani dinlerin bugünün sorunlarına köklü çözümler sunamadığı gibi Atatürkçülük ve Marksizm’in de kullanım ömürleri sorgulanabilmeli mi?
“HERKESİN HİKAYESİ OLMALI”
—- Teorik olarak bakıldığında tabii ki herşey sorgulanabilmeli. Onu sorgulatmam, bunu konuşturtmam vs. tarzı anlayışlar kesinlikle yanlış. Bu tür düşünceleri açıkçası gerici ve ilkel buluyorum. Atatürk yüz yıl önceki problemlere, yaşadığı çağa uygun şekilde, kendince çözümler üretmiş, dostun düşmanın saygı duyduğu, hemen hemen ülkemizde yaşayan herkesin ülkemizin kurucusu olduğu nedeniyle anısına saygı gösterdiği bir isim.
Ama yaşadığımız zaman Atatürk’ün yaşadığı zamandan 100 yıl ilerisi. Sorunlar onun çözüm bulduğu sorunlardan çok daha farklı. Yaşadığı dönemde elinden geleni yapmış Atatürk. Ama şimdi ise yapılması gereken bu zamanın sorunlarına, bu zamana uygun çözümler üretmek.
Burada devrimci bir bakış açısından, eskiyi aşan bir anlayıştan söz etmeye çalışıyorum. “Biz haklıyız”, “biz moderniz” demekle olmadığını, “bunu anlatamadığımız için yeniliyoruz” düşüncesiyle olmadığını öğrenmemiz gerekiyor.
Her şeye yeni baştan, yeni bir hikayeyle, cumhuriyetin hepimiz için olduğu fikriyle yeni dünyanın problemleriyle uğraşacak devrimci bir hikaye gerekli bize.
Ve bu hikaye şu an iktidara oy verenlere dönerek, 'siz aslında kandırılmış insanlarsınız' diyerek başlamamalı. Ve bu hikayenin içinde inanan da, inanmayan da, başörtülüler de, ateistler de, Sünni’si de, Alevi’si de, Türkü de, Kürdü de, LGBT’lisi de, feministi de, çevrecisi de olmalı. Bu herkesin hikayesi olmalı. Cumhuriyeti sevmeyeni de cumhuriyeti sevdirmeli.
Marksizmi ise daha farklı bir şekilde değerlendirmek gerek. Her ne kadar Marks, 1800’lerin sonunda gözlemlediği ve 'zincirlerinden başka kaybedecek hiçbir şeyiniz yok' dediği işçi sınıfı bugün kalmamış olsa da, insanların daha eşit ve daha özgür olma düşüncesi hiçbir zaman eskimeyecek diye düşünüyorum. Marksizm’i ve özellikle ülkemizdeki solun Marksistliğini vs. daha farklı bir yerde konuşmakta fayda var bence. Yani kısaca diyorum ki, devrimci olalım. Devrim değişimdir. Ve devrimcilik, değişim insanın kendinden başlamalı öncelikle.
— Doğru söylüyorsun ama kolay değil. Geçen hafta pazara gittim. Kendimi değiştireyim, kullanılmamış yeni bir akıl alayım, dedim. Onca akıl içinde en iyisi benim eski akıl göründü. Elim boş döndüm. Gezi davası sanıklarının cezaları yargıtayca onandı. Akıl alacak iş mi?
— Elin boş dönmene üzüldüm ama ya alıcı gözüyle bakmadın ya da yanlış yerde aradın : )
Gezi davası sanıkları cezalarının yargıtay tarafından onanması hukuksuzdur, kanunsuzdur ve siyasidir. Sırf birisini tatmin etmek için verilmiştir. AYM ve AİHM’lerine rağmen verilmiştir.
Günün birinde tabii ki suçsuz oldukları için salıverileceklerdir. Hakları teslim edilecek, kendilerinden özür dilenecektir. Ama ne yazık ki yattıkları yanlarına kalacaktır. Yazık. Tam anlamıyla yazık.
Keşke bir şeyler yapabilecek konumda olabilseydik. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yenilmemizin diğer sonuçlarından biri de bu iktidarın kan davası güttüğü için içeride tuttuğu bu insanların hapisliklerinin devam etmesi ne yazık ki.
—- Son üç cumhurbaşkanlığı seçimlerinde sırasıyla Ekmeleddin İhsanoğlu, Muharrem İnce ve Kemal Kılıçdaroğlu haklarında “yanlış aday” tartışmaları bolca yaşandı. Seçimlerden sonra sandıklara sahip çıkamama, çalınan oylara yüksek sesle itiraz edememe ve hatta başka partilerden milletvekili seçilme gibi olmadık işler başa geldi. Ufkumuzun sorgulanabilmesi bahisle hem yenildik, hem yanıldık diyebilir miyiz?
—- Açık ve seçik bir şekilde, bahanelere sığınmadan, tek kelime ile yenildik.
Ben her üç adayımız için de çalıştım. Partili olduğum için çalıştım. İlk iki isim için, içime sinmeden çalıştım. Ama Kemal beyin söylemlerini ve adaylığını ise doğru buldum. Yenilgi nedenlerimiz bence adayımızın yanlış olmasından değil.
Ve Kemal beyin adaylığı ise, Türkiye için doğru bir seçimdi ve de bir gereklilikti. Her ne kadar oy çalındığını biliyorsak da, her ne kadar bazı sandıklara sahip çıkamadıysak da, tüm bunları doğru yapmış olsak dahi sonucun değişmeyeceğini rakamsal olarak da gören biriyim. Yani sandıkların hepsini koruyabilseydik de sonuç değişmezdi. Ama ittifak sonucu küçük partilerin fazla milletvekili çıkarması olayı ise kabul edilecek bir şey değil.
— Bazı şeyleri göremeyen parti yöneticileri var ama onları da biz seçiyoruz. Yakında CHP İngiltere Birliği başkan ve ekibini seçecek. Adaylar kimlerdir, topluma sunmayı planladıkları tasarımları nelerdir, hangi siyasi değerlere taraf ya da karşılar bilmiyoruz. Siyasi birikimleri var mıdır, muamma! Yani liyakat dediğimiz şey, talip olduğumuz göreve yeterlilik meselesi sadece iktidarın sorunu değil gibi. Siz de yönetim kurulundasınız ya, kırmadım değil mi?
— Yok canım, kırılma olur mu? Bu soruyu yalnızca sen değil tüm partililer sormalı. Yani partililer ‘örgüt yöneticilerini siyasi birikimi var mı? Beni temsil eder mi? siyasi anlamda yeterli mi’ diyerek seçmeli…
İki dönem önce CHP İngiltere Birliği’ne başkan adayı oldum. Başından beri de tüm örgütlenmelerin içinde olduğum için başladığımız noktanın şu an gelinen noktadan çok farklı olduğunu görebiliyorum.
Bir sürü partili arkadaşımız, üniversitelerde çalışan, hiçbir karşılık beklemeden, yalnızca ülkesinin gidişatından memnun olmadığı için bir şeyler yapmak isteyen, emek koyan birçok arkadaşımız ne yazık ki senin yukarıda bahsettiğin nedenlerden dolayı çekip gittiler. Daha fazla ayrıntıya girmek istemiyorum ama genel kurulun bu konuda çok sıcak geçeceğini söyleyebilirim.
Yani siyasi olarak örgüt içerisindeki seviyeyi yükseltmeliyiz. Ki, yalnızca siyasi amaçlarla, ülkesindeki gidişata dur demenin dışında hiç bir amacı olmayan kimselerin örgütün içine katılmasının önü açılabilsin.
Bir de bu konuda hassas olmamak gerek. Eleştirel olmak gerek. Neredeyse çok partili sisteme geçtikten sonra iktidara gelememiş bir partiyiz. Yani bir şeylerin doğru gitmediğini anlamak gerek. Değişmek gerek.
Bakınız partimiz hiç de iyi gözükmüyor. Tamamıyla kişisel düşüncemdir; Kemal beye, yapmaya çalıştıklarına, söylemlerine inanmış biri olarak söylemek isterim: Kemal bey keşke aday olmasa. Üst düzey parti yönetimi değişmeyerek, değişimin önünü tıkayarak, bu iktidarın ömrünü uzatıyor.
Değişim isteği ve gerekliliği ise yalnızca kişilerden ibaret değil. Köklü bir siyasi ve ideolojik değişiklik gerekiyor. Bu zorunluluğu göremeyen üst düzey parti yöneticilerinin siyasi hikayesi kalmamış demek bence. Bu iktidarı desteklemeyenler için birçok yerde bir bıkkınlık, yılgınlık ve umutsuzluk söz konusu. Demokratik cumhuriyet umudumuzu gittikçe azaltan bu politikacılar da çok yakında tarihe gömülecekler diye düşünüyorum.
—- Ayhan arkadaşım, çok teşekkür ederim. Şimdi bir şeyi itiraf edeyim ama lütfen aramızda kalsın; ben uzaylıların gönderdiği bir istihbarat görevlisiyim, eşeleyip meramımı sana söyletmiş oldum. Günahı sana ait olacak. Sağolasın.
—- Ben de çok teşekkür ederim Sedat hocam. Uzaylılara bol selam…