Geçtiğimiz ay, 20. Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Özden Örnek’i kaybettik. Emrinde de görev yaptığım, üstün niteliklerine, çağdaşlığına ve yurtseverliğine yakinen tanık olduğum Özden Örnek gerçekten eşsiz bir asker, denizci ve komutandı. Benim yazım da dahil bu konuda geçtiğimiz günlerde çok sayıda yazılar yazıldı. B
u yazılardan birini de değerli silah arkadaşım E. Deniz Kurmay Albay Nihat Altunbulak kaleme almış.
Özden Örnek’in kim olup kim olmadığını çok güzel anlattığı yazısının başlığı
ise; “Türkiye’nin Ona Özür Borcu Var”. Bu istek ve beklentinin, çok çok iyi
niyetli ve temiz kalpli bir ruhun ifadesi olduğu kesin. Peki kim özür dileyecek?
Türkiye adına özür dilemek; devletin ve bu mekanizmayı yöneten iktidarın işi!
Özden Örnek’in cenazesine gelmeyen ve bir çelenk bile göndermeyen iktidar
özür diler mi?
Kavgada Yumruk Sayılmaz
Yeterince anlaşılmayan şey; bu bir savaştı! Kavgada nasıl yumruk
sayılmazsa; savaşta da sarf edilen cephanenin önemi olmaz, her türlü hile
mubah olur, kimin kimi öldürdüğünün ve kimin kime haksızlık ettiğinin zerre
kadar önemi olmazdı. Savaşta acımak ve hele hele özür dilemek olmazdı!
Ergenekon, Balyoz ve Casusluk gibi kumpas davaları, bu savaşın hukuk
görünümlü silahlarıydı. Esas hedef; Türkiye Cumhuriyeti’nin
dönüştürülmesi, rejim değişikliği yapılması, kırmızıçizgilerinin yok edilmesi ve
ülkemizin Ortadoğu’da emperyalizmin taşeronu olarak kullanılmasının
önünün açılmasıydı! Bu savaşta, karşı cephede emperyalizm, halen ülkemizi
gayri anayasal ve gayri hukuki olarak yöneten iktidar iradesi ve Gülen
Cemaati vardı. Ama başat sorumluluk iktidardaydı!
Türk Silahlı Kuvvetleri’ni Kafesledik
CIA’in Türkiye uzmanı Barkey, ABD’de verdiği bir konferans sırasında;
“AKP liderleriyle anlaşarak Türk Silahlı Kuvvetleri’ni kafesledik” demiş.
Daha ne desin! Özden Örnek gibi çok sayıda askerimiz, aydınımız ve üstün
nitelikli insanlarımız bu savaşta şehit oldu, acı çekti ve tasfiye edildi! Şimdi
bunlar için özür beklemek ne kadar gerçekçi olur, takdirlerinize sunuyorum.
Ergenekon, Balyoz ve Casusluk gibi kumpas operasyonları yapılmasaydı
veya engellenebilseydi; açılımlar yapılamayacak, Türkiye emperyalizmin
Suriye’deki vekâlet savaşının ateşine odun taşıyamayacak, PKK’nın uzantısı
PYD tarafından güneyden kuşatılamayacak, Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı
harekâtına lüzum kalmayacak, 15 Temmuz Darbe Girişimi olmayacak,
Cumhuriyetin ekonomik değerleri haraç mezat satılamayacak, ülkemiz
teröre boğulmayacak ve ekonomimiz bugünkü gibi iflas noktasına gelip,
dövizler kontrolden çıkmayacaktı.
Esas Kim Özür Dilemeli?
Bu savaş başladığında yapılması gereken; hukuku yok saymaktı! Çünkü
hukuk; Türk Silahlı Kuvvetleri’ne yani Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı
yürütülen savaşın operasyonel silahıydı. “Hukuk çalışsın ve adalet yerine
gelsin” diyenler de bilinçli veya bilinçsiz bu savaşta karşı cepheye cephane
taşıdılar. Böylesi bir savaşta Teğmenini vermeyecektin! Verirsen;
Genelkurmay Başkanını da alırlar. Asıl özür Türk Silahlı Kuvvetleri
tarafından, Türk Milleti’nden dilenmeli, emaneti koruyamadığı ve bu savaşta
yenildiği için! Tabii ki bu yenilginin esas sorumluluğu zamanın komuta
kademesindedir.
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bu savaşı kaybetmiş olması, Türkiye
Cumhuriyeti’nin harbi tamamen kaybettiği anlamına gelmiyor. Eğer harbi
tamamen kaybedersek; ülkemiz “Tek Adam” tarafından yönetilen teokratik
bir diktatörlük haline gelecek, Ortadoğu bataklığına tamamen batacak,
kullanılacak ve sonunda aynen Irak’a yapıldığı gibi müdahale edilerek
bölünüp parçalanacak.
Müslüman Kardeşler Türkiye’de İktidarda!
Ülkemiz, halen koşar adım felakete doğru gidiyor. 24 Haziran veya 8
Temmuz’da, halen ülkemizi yöneten iktidar iradesinin kazanması durumunda
Türkiye harbi kaybedecek.
Saadet Partisi’nin Cumhurbaşkanı adayı Temel Karamollaoğlu; “İslamcı
değilim, Müslümanım” demiş. Bu söz sıradan bir söz değil, dış dünyaya da
mesaj vermek istemiş. Çünkü iktidar iradesinin İslamcı olduğunu herkes
biliyor. Dünyada artan ve kontrolden çıkan cihatçı terör nedeniyle, artık
çağdaş dünya İslamcı ideolojiye karşı ve ortak bir tavır geliştiriyor. Batı’da
Müslüman Kardeşlerin iktidarda olduğu tek yerin Türkiye olduğu yazılıyor
ve anlatılıyor.
Ben Kaybetsem, İktidarı Vermezdim!
Muhalif seçeneklere “Armudun sapı, üzümün çöpü” diyerek sandığa
gitmeme ve oy vermeme dönemi geçmiştir. Burası İsveç değil, emin olun
böyle bir lüksümüz yok! 16 yıldır ülkemizi yöneten, iğneden ipliğe her şeyi
berbat eden, hukuk ve adaleti yok eden, emperyalizme taşeronluk yapan, dış
dünyadaki itibarımızı beş paralık duruma iten, ekonomimizi iflas ettiren ve her
şeyden önemlisi iç barışımızı dinamitleyen iktidardan kurtulmak; ülkemiz ve
milletimiz için yaşamsal bir gereklilik ve adeta hayat memat meselesidir.
Esas sorun; seçimden sonra ne olacağı. Geçen gün, siyaset bilimi ve tarih
konusunda uzman bir arkadaşımla sohbet ederken şöyle dedi; “Ben bu
iktidarın yaptıklarının onda birini yapsaydım, seçimi kaybetsem bile
iktidarı vermezdim”
Muhalefet Bu Sefer Sahip Çıkmalı!
Evet, sorun bu! O kadar büyük anayasa ihlalleri, kanunsuzluklar, gayri hukuki
operasyonlar ve yolsuzluklar yapıldı, suçlar işlendi ve öyle büyük acılar
çektirildi ki; nasıl iktidarı bırakır giderler! Çünkü hesap verebilir durumda
değiller. Muhalefet buna hazırlıklı olmalı! 16 Nisan Referandumunda
muhalefet halkın “Hayır” olarak tecelli eden iradesine sahip çıkamadı ve
Üsküdar’a kaçırılarak “Evet” olarak ilan edilişine sessiz kaldı!
Bu akşam (11 Mayıs 2018) saat 18:30’da, Bremen ADD’nin düzenlediği,
Hotel Westfalya, Langenmarckstr, 38-42, 28199, Bremen adresinde
gerçekleşecek etkinlikte “19 Mayıs 1919’un Tarihimizdeki Önemi”
konusunu anlatacağım. Yarın da (12 Mayıs 2018) Weser Nehri’nde
yapacağımız gemi gezisinde; Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 137. Doğum
Gününü ve 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı’nın 99.
Yılını kutlayacağız ve sohbet edeceğiz.