Güneyde ve batıda ormanlarımız cayır cayır yanıyor, söndürmek için üzerine su atamıyoruz. Kuzeyde, Karadeniz’de ise sel felaketine maruz kalıyor, sudan zarar görüyoruz, yerleşim bölgelerimiz tahrip oluyor ve can kaybı yaşıyoruz.
Ülkemiz orman yangınlarının yaz aylarında sıkça yaşandığı bir coğrafyada bulunmasına, geçmiş yıllardan bu konuda epeyce yangınlı ve acılı deneyime sahip olmasına, son yıllarda küresel ısınmanın da etkisiyle Akdeniz bölgesinde orman yangınlarında artış olmasına rağmen; 2021 yazına orman yangınlarına karşı son derece hazırlıksız ve donanımsız girdi. Türkiye’nin yüzölçümü olarak altıda biri büyüklüğünde olan Yunanistan’ın bile 39 uçağı varken, bizim hiç uçağımız yoktu!
İktidar, Türk Silahlı Kuvvetleri ve Türk Hava Kurumu (THK) gibi eldeki imkânları da kullanmadı veya kullanamadı.
Yangına karşı organize olamadı.
Üzerine beceriksizlik, nitelik ve liyakat sorunu da ilave olunca yaşadığımız acı tablo ortaya çıktı.
Demem o ki; bu yangınlardan bu kadar çok zarar görmemizin nedeni siyasi iktidardır.
Tek yapabildikleri şey sorumluluğu başkasının üstüne atmaktır.
Bu arada yangınları fırsat bilip Akdeniz ve Ege’de -iktidarın söylemi ile- bazı kupon yerlerin imara, otel yapımına yönelik olarak yakıldığını da duyuyoruz.
Karadeniz’de meydana gelen selde de görülen zararın sorumlusu yine siyasi iktidardır. Doğal çevreyi, ekolojik dengeyi yok sayan, dere yataklarına yapılaşma izni veren ve hatta özendiren, yaylalarımızı mahveden, yeşil alanları tahrip eden, derelerin üzerine tüm bilimsel itirazlara rağmen HES’leri diken, her tarafı betonlaştıran iktidar, yaşanan sel felaketinin de baş sorumlusudur.
Kanal İstanbul da Aynı Kapsamdadır
Kanal İstanbul girişimi de sonuçları itibarıyla Türkiye’nin egemenliğine ve güvenliğine vereceği zararın yanında İstanbul, Trakya ve Marmara’nın ekolojik dengesini, doğal çevresini, su kaynaklarını, iklimsel görünümünü ve doğal afetlere karşı direncini yerle bir edecektir. Bu sonuçlar; iktidarın çağdışı ideolojisi, rant odaklı politikaları ve sorgulayıcı aklı ve pozitif bilimi yok sayan “Çatlasanız da patlasanız da yapacağız” yaklaşımlarının ürünleridir.
Bugün Türkiye, emperyalist projelerin ürünü olan Beşinci Nesil Savaş’ın bir operasyonu olarak planlanan kitlesel göç tehdidi ile karşı karşıyadır ve bu kitlesel göç şu anda ülkemizin açık ara bir numaralı dış ve iç tehdididir. İktidar, bu tehdide karşı Türkiye’yi korumak yerine, bu tehdidi uzun soluklu ulusal stratejik hedefleri ve planları için bölgeye ve Türkiye’ye yönelten ABD’ye teslim olmuş durumdadır.
Askerlerimizi Ateşe Atıyorlar!
Kitlesel göçü tetikleyen iradenin gerekçeleri; bölgeyi istikrarsızlaştırmak, Türkiye de dâhil olmak üzere kitlesel göçe maruz bırakılan ülkelerin demografik ve toplumsal yapılarını tahrip edip ulus kimliklerine son vererek ulus devlet yapılarını aşındırmak, küçültmek ve bu yolla küreselleşmenin önündeki en önemli direnç odakları olan ulus devletleri yok etmektir.
Tüm NATO ülkeleri ve ABD Afganistan’dan çekilirken Mehmetçiği Afganistan’da bırakmak ve Kabil Havalimanı’nın bekçiliğini hiçbir ulusal çıkarımız ve güvenlik ihtiyacımız olmadığı halde yaptırmak çok ama çok yanlıştır. Bu askerlerimizi, yani çocuklarımızı ateşe atmak ve Taliban’ın insafına bırakmaktır. Aynen İdlib’de olduğu gibi!
Yanlışta Israr Bedel Ödetir!
Geçtiğimiz yıl, İdlib’e askerlerimiz gönderilmeden hemen önce ekranlardan uyarmıştım; “Yakın hava desteği olmadan İdlib’e asker göndermek, askerlerimizi bile bile ölüme göndermektir” diye. Çünkü Ruslar hava sahasını bize açmıyordu ve o harekâtı yapmamızı istemiyordu. İktidar uyarımızı dinlemedi, harp prensiplerini yok saydı ve sonunda resmi rakamlara göre 36 şehit verdik. Esasında askerlerimizi Ruslar şehit etmişti, iktidara balans ayarı vermek için! Bu çok yanlıştı ve büyük bedel ödendi. Şimdi de aynı yanlış Afganistan’da yapılmak üzere.
Gerek Afganistan’a Mehmetçiği göndermek ve Kabil Havalimanı bekçiliği yaptırmak, gerekse Afganistan’dan gelen kitlesel göçe sınırlarımızı açmak ABD’nin fikri, planı ve direktifiydi. Bunu muhtemelen 14 Haziran 2021’de, Brüksel’de Erdoğan’dan istediler. Bu durum bilindiği için Erdoğan’ın yanına diplomat, bu konularda uzman bir kişi veya şahit olabilecek bir devlet görevlisi alınmadı.
Demir-Çelik ve Tarıma Büyük Darbe Vurur
Daha dün akşam şahit olduk. Önceden çanak soruların verilmesine ve önceden hazırlanan Prompter’a cevapların yazılmasına rağmen hala sufle verilmesine ihtiyaç duyulduysa 14 Haziran’da daha fazlasına ihtiyaç vardı. Brüksel’de yanında ben olsaydım; “Sayın Cumhurbaşkanım Biden’in teklifini kabul etmeyelim, ülkemizin çıkarları ve güvenliği ile çelişiyor” derdim.
Türkiye iktidarla adeta bir felakete koşuyor, aynen Osmanlı dönemindeki gibi. Şimdi de Ukrayna ile Serbest Ticaret Anlaşması (STA) yapmak yeni hedefleri. Ukrayna ağırlıklı olarak güçlü olduğu iki sektörün bu kapsama alınmasını istiyor; Demir-Çelik ve Tarım. Bu iki sektörde gümrük vergileri sıfırlanacak. Türkiye’de her iki sektör de STA kapsamına girmek istemiyor. İktidar harıl harıl Demir-Çelik ve Tarım sektörünü ikna etmeye çalışıyor ve baskı yapıyor. STA imzalandığı takdirde Türkiye’de Demir-Çelik sektörü büyük darbe alır, rekabet ve yatırım yapma imkânını kaybeder. Zaten can çekişen Tarım Sektörü ise iyice yok olur. STA kapsamında sıfır gümrükle Türkiye’ye gelecek Ukrayna buğdayı, arpası, yulafı, soyası ve mısırı ile Anadolu rekabet edemez ve biter.
Konuşmamız Gereken Erken Seçimdir
Türkiye ile Ukrayna arasında Serbest Ticaret Anlaşması yapılması fikri ABD’nin ve Biden’ın ricaları arasında. Amaç; Ukrayna’yı ekonomik yönden güçlendirmek, Rusya’ya karşı direnç noktası haline getirmek, AB’ye aldırmak ve NATO’ya alarak Rusya’yı aynen Sovyetler Birliği’ne yaptığı gibi çevreleyip ve etrafını istikrarsızlaştırarak kaynaklarını tükettirecek şekilde silahlanma yarışına sokmak. Biz; “ABD çok istiyorsa Ukrayna’yı güçlendirmek adına bunun faturasını kendi çiftçisine ve kendi demir-çelik sektörüne ödetsin, bize değil” diyoruz ama bu toprakların sesi olmayan, kendi çıkarları için Türkiye’nin ve halkının güvenliğini ve çıkarlarını yok sayan bir iktidarla faturayı hep biz öderiz ve ödüyoruz da!
Sonuç olarak; bu iktidarla Türkiye’nin gün yüzü görmesine, huzur bulabilmesine, ekonomik kaynaklarımızın hakça bölüşülmesinin önünün açılabilmesine, iç barışımızın yeniden tesisine imkân yoktur. Bugün konuşmamız gereken tek şey; adil ve dürüst bir seçime olan ihtiyaçtır.