Türkiye Cumhuriyeti, Fransa’nın beş cumhuriyetinin son üç tanesi boyunca ayakta kaldı, ve halen varlığını devam ettiriyor. 90’lı yıllarda ikinci Cumhuriyet tartışmaları yapılmış olmasına rağmen, halen birinci Cumhuriyeti yaşadığımızı söyleyebiliriz. Ancak Türkiye için, bu birinci Cumhuriyeti korumak, kurmasından daha büyük bir mücadele idi.

BUGÜN : 195 BİN BÜYÜĞÜMÜZ…

Yaş doksan sekiz. Şu an için sıradan bir insanın ömrünü sınırlarının ötesinde bir süre. Türkiye’de 1923 yılında doğan Cumhuriyet’in, yaklaşık kendisi ile yaşıt, 90 yaşın üzerinde 199 bin 842 vatandaşı var. Ancak Cumhuriyet’in doğduğu gün akl-ı baliğ olan kaç yoldaşı kalmıştır bilinmez. Bugün 100 yaşın üzerinde yaklaşık 5 bin büyüğümüz var.

Tarih kitaplarının ötesinde, Cumhuriyet’in sokaklarda değişen kokusunu, günlük yaşama tezahürünü bu çok kıymetli büyüklerimizden dinlemek emsalsiz bir deneyim olurdu. Cumhuriyet’i bir yönetim şekli olmanın ötesinde bir halk hissiyatı olarak idrak etmek herhalde çok daha kıymetlidir.

Bir yönetim şekli olarak Cumhuriyet, yönetenlerin şahsi ve halktan kopuk yorumlarına muhtaç bir kavram iken, bir yaşam şekli olarak, onu yaşamında hisseden halka ait bir kavram. Tanpınar, mealen, “elde etmek için bu kadar çok mücadele edilip, kazanıldığında da o denli sıradan olan bir şey” diye bahsediyor özgürlükten ve dolayısı ile bir halk için özgürlüğün savunucusu cumhuriyetten.

Türkiye’de Cumhuriyet ilan edilmiş. Dönemin yönetimi ilan etmiş; halkın ve hatta bunu ilan eden Meclisin üyelerinin pek de bilgisi olmaksızın. Ancak ne olduğu, yaşamda neleri değiştirdiği anlaşıldıktan sonra, halkın koruması altına girmiş Cumhuriyet. Anadolu topraklarında yaşayan halklar, kökten farklılıkları olsa dahi, ortak bir Cumhuriyet fikrini büyük ölçüde korumayı tercih etmiş gibi görünüyor. Bunu tehdit eden durumlarda çok sınırlı ve saygın aktif karşı çıkışların ötesinde ürkek ve pasif bir koruma kalkanını da tesis etmiş halde. Toplam hikayeye baktığımızda, herkesin kendi mahallesinde farklı şekilde kodladığı Cumhuriyet’i kuruluş ilkeleri ile korumak gayreti sergilediğine şahit oluyoruz.

DÜN : HALK KAZANMIŞ, TEMSİLCİ KAYBETMİŞ…

Cumhuriyeti korumak konusunda Fransa bir örnektir herhalde. Dört kez kaybedip beş kez yeniden kazanmış Cumhuriyet’i Fransa. Her kazandığında Fransız halkı, daha doğrusu temsilcisi kıldıkları, kendi elleri ile kaybetmiş Cumhuriyet’i.

Fransa’da birinci Cumhuriyet (1792-1804) bir krallıktan imparatorluğa geçiş süreci ve Napolyon Bonapart’ın kendisini İmparator ilan etmesi ile son buluyor. İkinci Cumhuriyet (1848-1852) Napolyon’un uzaklaştırılması ve yeniden imparator olarak geri dönüşüne tanıklık ediyor. Üçüncü Cumhuriyet (1870-1940) bugün geçerli olan bazı kurumları tesis etmekle birlikte Almanya’nın işgali ile sona eriyor. Dördüncü Cumhuriyet (1946-1958) işgalden kurtulan Fransa’nın direnişçi De Gaulle’ün politikadan çekilmesi ile kapanan bir dönem. Bugün hala geçerli olan Beşinci Cumhuriyet ise (1958-…) De Gaulle’ün yeniden cumhurbaşkanı seçilmesi ve yarı başkanlık rejimine geçilmesi ile başlıyor.

Fransa’da yaşanan cumhuriyetleri tek tek sayarken, yönetimin kendi içindeki iktidar savaşlarından bahsediyoruz aslında. Yönetenlerin her savaşta silahı ise, cumhuriyeti bir yaşam şekli olarak talep eden halk olmuş. Yönetim, hiçbir cumhuriyette, bir sıradan insanın kendisini imparator olarak ilan etmesine veya bir yabancı işgalciye karşı kendisini koruyamamış dikkat ederseniz.

Her seferinde, cumhuriyeti geri kazanan halkın kendisi, kaybedeni ise yine bu halkın sözde temsilcisi olarak seçtiği yönetenleri olmuş. Halk kazanmış, yöneticiler bir kişiye kaybetmiş… Halk kazanmış, yöneticiler bir işgalciye kaybetmiş… Halk kazanmış, yöneticiler bir kişiye kaybetmiş; ve ila nihaye…

YARIN : KORU KENDİNİ!

Elbette ki tüm insanlığı memnun edecek bir yönetim şekli bulunamamış henüz. Hemen hepsi kötünün iyisi derler ya öyle. Her yönetim ve tezahürü yaşam şeklinin bir arızası bulunur, bulunabilir. Hani o çok peşinde koşulan ideal sistemler de ütopya etiketi ile bir rafa kaldırılmış durumda. Velhasıl bu dünyada insan kendisine uygun bir yönetim şekli bulamamış. Öbür dünya üzerinde de bir mutabakata varabilmiş değil. Elbette ki her dinin kendi içinde tutarlı bir izahı var ama, yine de her inanan şahsını cezbeden vasfın ötesini görmekten aciz.

Asgari mutabakatın, azami başarı olabildiği sistemlere yönelmişiz her zaman. Mülkün ve yaşamın yönetimi, hep birlikte ortaklaşa, bir sınıfa ait olacak şekilde veya bir kişiye hediye edilmiş halde türlü türlü sistemler denemişiz binyıllar boyunca. Her dönemde de hem memnun olmuş hem de eleştirmişiz. Birinden bir diğerine geçişi hep bir kurtuluş ve bir devrim olarak kaydetmişiz tarihe.

Cumhuriyet; halkın, ekonomik ve sosyal alandaki egemenliğini, millet olarak kabul ettiği kısmının, özgür iradesi ile – ve kimi zaman da kerhen – seçtiğini varsaydığımız temsilcilerine devrettiği bir yönetim sistemi. Kazanımı zor, koruması ondan da zor olan bir sistem cumhuriyet.

Yukarıda çok yüzeysel olarak aktardığımız Fransa’nın cumhuriyetleri gibi, halkın korumasında ve temsilcilerinin keyfiyetinde olan bir sistem. Ancak bir yönetim sistemi olarak kazanılsa da kaybedilse de cumhuriyet, bir yaşam biçimi olarak kazanan halkın içinde bir taht kuruyor kendisine.

Türkiye ve yüz yaşına yaklaşan bir cumhuriyet. Yorumları farklı da olsa asgari düzeyde ortak sosyal kodları ile bezenmiş halkların yaşadığı bir ülke Türkiye. Bizim ülkemiz. Bizim cumhuriyetimiz. Kaybetmesi kolay olan bu sistemi korumak da elbette bizlere düşüyor. Daha nice yıllar, birisi daha iyisini bulana kadar, cumhuriyete sahip çıkmak ve korumak dileği ile. Hepinizin bayramı kutlu olsun.