91 yıl önce bugün, vahşi ve gerici bir ayaklanma ile karşılaştık. “Din elden gidiyor!” çığlıklarıyla Menemen’de Öğretmen Asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay, Bekçi Şevki ve Bekçi Hasan’ı hunharca ve canice katlettiler. Bu; Cumhuriyete, Atatürk önderliğinde yapılmakta olan Aydınlanma Devrimlerine ve kazanımlarına karşı bir ayaklanma, Nakşibendi Şeyhi Esat tarafından kışkırtılan gerici bir isyandı.
Osmanlı döneminde, Kurtuluş Savaşı sırasında ve Cumhuriyetin ilanı ile başlayan Aydınlanma Devrimleri yapılırken de buna benzer gerici ayaklanmalarla hep karşılaştık. Birçoğunun arkasında, yaşadığımız topraklara dair emelleri nedeniyle dış güçler de vardı. Örneğin; 1925’deki Şeyh Sait (Said) ayaklanmasının arkasında İngilizler vardı. Hiçbir zaman hedeflerine ulaşamadılar, ulaşamazlardı da ama bize bazı şeyler kaybettirdiler, uygarlık yarışında geride kalmamıza neden oldular ve kaynaklarımızı boş yere tükettirdiler.
Çocukluktan Çıkış
Aydınlanma; aklın özgürleşmesi, akılcı ve bilimsel düşünce evresine geçebilmesi demektir. Yani eleştirel akla sahip, bilim egemen kafalı bireylerin ve toplumun yaratılmasıdır. Jean-Jacques Rousseau aydınlanmayı “çocukluktan çıkış” olarak anlatır. Çünkü akılları gelişerek ergin olana kadar çocuklar kendi kararlarını veremez, bir veliye ihtiyaç duyarlar.
Alman filozof Immanuel Kant; “Aydınlanma, insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu ergin olmama durumundan kurtulmasıdır. Bu ergin olmayış durumu ise insanın kendi aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanamayışıdır” diyor. Aydınlanmamış bir insan veya toplum, daima bir vasiye veya veliye ihtiyaç duyar. Tarikatlar ise aklı özgürleşmemiş bu tür insanlara ve toplumlara ihtiyaç duyar.
İktidar Bu Kafada
Ortaçağda Kilise insanlara; “Akıl insanı inanmaktan alıkoyan bir tuzaktır. Aklı bırakıp imana sarılırsanız cennete gidersiniz. Sizin aklınız ermez. Biz sizin yerinize düşünür, sorunlarınızı çözeriz” diyor ve günah çıkarıp cennetin anahtarını satarak halkı sömürüyordu. Bugün İslam dünyası bu durumda ve Türkiye’yi de geriye götürme derdindeler. Üzücü ama iktidar da bu kafada!
Avrupa, aydınlanma sayesinde vites değiştirdi, öne geçti ve fark yaptı. Avrupa’nın uzun soluklu ve kanlı bir süreç sonunda gerçekleştirdiği düşünsel evrimi, devrimler yaparak kısa sürede gerçekleştirmek için dünya tarihinde üç lider öne çıktı; Rus Çarı Büyük Petro, Japon İmparatoru Meiji ve Atatürk. Şartlar, tarihsel süreç ve imkânlar nedeniyle en zoru hatta imkânsız gibi görünenini ise Atatürk başardı.
Çağdaş Kurum Değildirler
Bugün hala ülkemiz için baş belası durumundaki tarikatlar; insanlığın geçmişteki akıl çapının, insanlığın erginleşmemiş durumunun, çocukluk evresinin, o gün ulaştığı zihin seviyesinin ürünleridir. Tarikatları çağımızda bilimsel, teolojik, düşünsel ve ahlaki bir yere koyabilmek, savunabilmek ve topluma önerebilmek mümkün değildir. Tarikatlar, çağdaş kurumlar değildir. Çağdaş kafa; her konuda gerçeğe, evrenin gizemine hatta evrenin yaratıcısına bile sorgulayıcı akıl ve pozitif bilimle ulaşır.
Tarikatlarda değişmeyen kural; tarikat şeyhi gibi düşünmek, onun her türlü emrine boyun eğmek, onun dünya görüşüne karşı çıkmamak ve ona biat etmektir. Sorgulayıcı akıl asla istenmez. Tarikatlarda bilim de yoktur! Bilime sıcak baktığını söyleyen tarikatlarda bile bilim; Ortaçağdaki gibi spekülâtiftir, doğrulanabilir değildir ve tümden gelimcidir.
Kölelik Cumhuriyetin İlanı ile Kaldırıldı
Tarikatlar için sizin ne kadar iyi bir Müslüman olduğunuzun, ne kadar ahlaklı, temiz, dürüst, dindar biri olduğunuzun veya ibadetinizi harfiyen yerine getirip getirmediğinizin zerre kadar önemi yoktur. Önemli olan; tarikat liderinin egemenliğini tanıyıp tanımadığınız, dünyaya bakış açısını ve dini yorumlama biçimini sorgulayıp sorgulamadığınız ve biat edip etmediğinizdir!
Yıkılan, enkaz haline gelen Osmanlı’nın bu duruma gelmesinin esas nedeni çağdaşlaşamaması, değişememesi ve çağın gerisinde kalmasıydı. Osmanlı’da bilim yoktu, üretim yoktu, sorunlarını çözemiyor, topluma refah ve mutluluk sunamıyordu, ortak bir kimlik bile yaratamamıştı. Osmanlı bir Ortaçağ devletiydi ve son gününe kadar kölelik vardı. Yurdumuzda kölelik, Cumhuriyetin ilanı ile kaldırıldı.
Meleklerin Bacaklarını İzliyorlar
Esasında Osmanlı da Avrupa’nın gerisinde kalındığını, değişim gerektiğini tam olarak olmasa da anlamıştı. En tepeden, Padişahtan başlayarak değişmeye, yenileşmeye duyulan ihtiyaç ortaya kondu. Ama ulema, softalar, gericiler ve yobazlar -Padişahtan yani Halifeden geliyor bile- olsa değişime karşı direndiler, değişim için istenenlerin İslam’a ve İslam Hukukuna aykırı olduğunu öne sürerek ayaklandılar ve cahil halkı da ayaklandırdılar. Bu yolda kelleler aldılar, katliamlar yaptılar, hatta padişahları ve sadrazamları bile devirip katlettiler.
Bu ulema ve softa kafası, matbaanın Osmanlı’ya 300 yıl sonra gelmesine neden oldu. Hatta Kanuni Sultan Süleyman döneminde “Meleklerin bacaklarını izliyorlar” gibi akla ve mantığa ziyan iddialarla Takuyiddin Efendi’nin Tophane sırtlarında kurduğu gözlemevi ulemanın isteği ve baskısı ile yıktırıldı.
Ulema Varsa Veba da Var Olacaktır
İstanbul’da veba salgını oldu ve 70 bin insan hayatını kaybetti. Padişah II. Mahmut, Avusturyalı doktorlar nezaretinde karantina uygulanmasını istedi ama dinen caiz olmadığı gerekçesi ile ulema Padişahın iradesine karşı çıktı.
İlerleyen zaman içinde Almanya’da Genelkurmay Başkanlığı’na kadar yükselen Helmuth von Moltke, veba salgını sırasında İstanbul’da idi. Moltke, Osmanlı’yı değerlendirdiği ve Almanya’ya gönderdiği mektubunda; “Ulema var olduğu sürece veba da var olacaktır” ifadesini kullanmıştı. Bugünkü iktidar ise “Ulemaya sormak lazım” diyebiliyor.
Ortaçağ Kafasını Değiştirmeden Olmaz
Aydınlanmanın arkasında Rönesans, yani 14. ve 17. Yüzyıllar arasında tüm Avrupa’da, sanatta, felsefede ve bilimde gerçekleşen, insanı, insan aklını, etik ve adalet kavramlarını esas alan ve doğaüstü güçleri reddeden gelişmeler vardır. Rönesans’ı, Reformu, Aydınlanmayı, Siyasal Devrimleri ve Sanayi Devrimini yaşayan Avrupa, dinsel düşünce sisteminden akılcı ve bilimsel düşünce sistemine geçti ve aklını özgürleştirdi.
Osmanlı ise Ortaçağ kafa yapısını aynen koruyarak ve kafa yapısını değiştirenlerin ürünlerini alarak var olabileceğini ve Avrupa’ya yetişebileceğini, hatta onlarla yarışabileceğini sandı. Ama ulema buna bile karşıydı.
Aydınlanma Devrimleri
Atatürk, yurdu düşman işgalinden kurtardıktan ve Lozan’da siyasi olarak bunu belgeledikten sonra, çağdaş bir devlet ve toplum yaratabilmek maksadıyla Aydınlanma Devrimlerine başladı.
Atatürk, monarşiyi yani saltanatı ortadan kaldırdı, teokrasinin temeli olan egemenliğin kaynağını gökten yere indirdi ve halka verdi. Parlamentonun üstünlüğünü daha mücadelenin başından itibaren ortaya koydu. Toplumu çağdaş olmayan ümmet kimliğinden ve kul olmaktan kurtararak ulusal kimliğine kavuşturdu.
Her Şey Sorgulanabilir ve Eleştirilebilir
“Ulus Devlet” ve “Ulusal Kimlik” aydınlanmanın sonuçlarıydı, çağdaştı ve ithal değildi. Bu kavramlar medeniyetin ürünü ve insanlığın günümüzde ulaştığı medeniyet seviyesinin değerleri ve kurumlarıydı.
Bugün medeni ve çağdaş dünya, akılcı ve bilimsel düşünce sistemine geçmiştir. Aklın etrafındaki sınırlar kaldırılmış ve özgürleştirilmiştir. Her şey ama her şey, sorgulanabilir ve eleştirilebilir. İstisna yoktur! Bilim, hiçbir soncul olmadan, tümevarım yoluyla, gözlem ve deneyle yapılır. Artık 18.Yüzyıl öncesinde sadece göz, kulak ve tahayyül gücüyle yapılan spekülâtif bilim dönemi geçilmiştir.
Geçmişin Ürünleriyle Olmaz
“Siyasal İslam”, “Yeni Osmanlıcılık” ve “Ümmet”; geçmiş dönemin, Ortaçağın düşünce sisteminin ürünü, kurumları ve kimlikleridir. Günümüzde bunlar, çağ dışıdır. Geçmişin aklı, kurumları ve kimlikleri ile günümüzün sorunlarını çözmek ve toplumlara güvenlik, refah ve mutluluk vermek imkânsızdır.
Nedeni Nitelikli İnsan Malzemesiydi
Dünyanın dördüncü ve Avrupa’nın bir numaralı ekonomisine sahip olan Almanya, bulunduğu yere tesadüfen gelmedi. Hatta II. Dünya Savaşı (1939-1945) sonunda yerle bir edilmiş olan, taş taş üstünde bırakılmayan Almanya, kısa sürede toparlandı ve bugünkü durumuna geldi. Nedeni; insan malzemesinin iyi olmasıydı.
Almanya, monarşinin ve teokrasinin yıkılmasında, sanayi devrimine giden yolun açılmasında, eğitimin çok önemli hale gelmesinde, akılcı ve bilimsel düşünce dönemine geçişte ve insan aklının özgürleştirilmesinde çok önemli ve belirleyici rolü olan dinde reform hareketinin 504 yıl önce başladığı yerdi.
Kutsal Dil Olmaz!
Martin Luther, 31 Ekim 1517’de Almanya’da Katolik Kilisesi’ne karşı, 95 maddeden oluşan protesto bildirisini Wittenberg Şatosu Kilisesi’nin kapısına astı ve bilinçli olmasa da aklın özgürleşmesine neden olacak ve dinsel düşünce sistemini sonlandıracak uzun, sancılı ve kanlı bir süreci başlatmış oldu.
Martin Luther’in liderlik ettiği reformcular; kaynak olarak sadece kutsal kitap İncil’i kabul ettiklerini, kutsal kitabı yorumlamanın sadece kilisenin değil, herkesin hakkı olduğunu, kutsal bir dil olamayacağını, İncil’in her dilde basılıp okunabileceğini, Tanrı tarafından insana bahşedilen akıl ve niteliklerin özgürce kullanımının önünün açılması gerektiğini ve birçok dinsel ritüelin gereksiz olduğunu ortaya koydular. İncil, Almanca olarak 1534’de basıldı. Daha sonra İngilizce dâhil başka dillerde de basıldı ve böylece kendi dilinde İncil’i okuyan halk, din adamlarının sömürüsüne karşı örgütlenmeye başladı.
Devrimler Çağdaşlığın Formülüydü
Osmanlı ise bu gelişimin ve değişimin dışında kaldığı ve ıskaladığı için geride kaldı, “Hasta Adam” oldu, sorunlarını çözemedi, yenildi, yarı sömürge haline geldi ve sonunda da yıkıldı. Atatürk önderliğinde yapılan devrimler, esasında geçmişte ıskaladığımız gelişimi kısa sürede yakalayabilmemizin formülüydü.
Kur’an-ı Kerim’in Türkçe basılması bile bu kapsamdadır ve bu sayede din adamları ile din simsarı siyasetçilerin sömürüsüne karşı halkın uyandırılması ve aklın özgürleştirilmesi amaçlanmıştır.
Çağımızın Kavramları Geçmişte Yoktu
Kadının makûs talihi bile Atatürk’le ve Cumhuriyetle değişmiştir. Çünkü aydınlanma ile birlikte akılcı ve bilimsel düşünce dönemine girilmiş, güç koldan kafaya geçmiş ve erkek egemenliğinin de sonu gelmeye başlamıştır.
Çağımızın ürünü kavram, kurum, kuram, sistem ve değerler, kutsal kitaplar da dâhil, daha önce yazılmış eserlerde bulunmazlar. Mesela; demokrasi, eşitlik, insan hakları, özgürlükler, bu bağlamda düşünce özgürlüğü, kadın-erkek eşitliği gibi kavramlar çağımızdan önce mevcut değildi. Bu nedenle, bu gibi kavramları çağımız öncesinde yazılmış eserlerde ve kitaplarda bulamazsınız.
Laiklik Neden Yaşamsaldır?
Bugün geldiğimiz noktada; İslam dünyasında barış ve hoşgörüyü egemen kılabilmek, bilimde, teknolojide ve üretimde var olabilmek, çağdaş dünya ile entegre olabilmek, uygarlaşabilmek, etik ve ahlaki değerleri yaygınlaştırabilmek için laiklik şarttır.
Laiklik; iki büyük nedenle İslam’ın egemen olduğu topraklarda yaşamsal gerekliliktir! Birincisi; laiklik güvenliğin garantisidir. Laikliğin olmadığı İslam coğrafyasında din ve mezhep motifli kavgalar eksik olmaz, kan, kin ve gözyaşı asla kesilmez. İkinci neden ise emperyalizme karşı savunma mekanizması oluşudur. Çünkü emperyalizm, toplumları en çok din ve mezhep üzerinden manipüle eder ve hedeflerine ulaşmak için kullanır.
Bugün Türkiye’yi yöneten iktidar ise Osmanlı’nın çöküş nedenselliğini ulaşılması gereken hedef olarak almış. Bu rotada varılacak tek yer; yaklaşık 100 yıl önce Osmanlı’nın vardığı yerdir. Bugün ekonomi başta olmak üzere her konuda yaşadığımız iflas ve felaket süreci ise çağdaş olmayan, sorgulayıcı akıl ve pozitif bilimden uzak, ortak aklı yok sayan Ortaçağın “Tek Adam” (Monarşi) kafasının sonuçlarıdır.
Öğretmen Asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay başta olmak üzere bugüne kadar kaybettiğimiz tüm devrim şehitlerimizi rahmetle anıyorum. Ruhları şâd olsun.