Türkiye’de Eylül 2010'dan günümüze kadar yapılan hiçbir genel ve yerel seçim veya halk oylaması eşit ve adil şartlar altında yapılmadı
Türkiye’de 12 Eylül 2010 tarihinde yapılan Anayasa değişikliğine dair halk oylaması da dahil, bugüne kadar yapılan hiçbir genel ve yerel seçim veya halk oylaması eşit ve adil şartlar altında yapılmadı. İktidar, bu süre içinde değişen oranda olmak üzere devletin tüm gücünü, kamunun ekonomik kaynaklarını ve arkasında şiddet tehdidini barındıran devletin zorlayıcı gücünü fütursuzca kullanarak kendi iradesini halka zorla kabul ettirdi. Hatta; 1 Kasım 2015 seçimlerinde halk iradesinin kendisine kırmızı kart göstermesini kabullenmedi, demokratik iradeye saygı duymadı, ülkenin teröre boğulmasına seyirci kaldı ve 7 ay içinde halkı korkutarak ve 5 milyon oyun yer değiştirmesini sağlayarak ve halkı bir anlamda cezalandırarak 7 Haziran 2015 genel seçimlerini kazandı. Seçimlerin eşit ve adil olmamasının yanında, 16 Nisan 2017 Anayasa değişikliği halk oylaması ve 31 Mart 2019 tarihinde yapılan yerel seçimler de dürüst değildi. Son yerel seçimlerde oylara ve sürece sahip çıkılmasaydı; aynen 2017’de olduğu gibi “Atı alan Üsküdar’ı geçti!” hukuksuzluğu gerçekleşecekti!
Benim En Büyük Yenilgim, En Büyük Zaferimdir!
Ocak 2023 itibarıyla bugün Türkiye’de karşılaştığımız durumun tarihte bir eşi veya benzeri hiç yaşanmadı. Türkiye çok partili düzene geçtiğinden beri hiçbir iktidar için seçim sonucunda halkın iradesine rağmen görevi teslim edip etmeyeceği konusunda bir şüphe duyulmamıştı ve böyle bir konu akıllara bile gelmemişti. Örneğin; 14 Mayıs 1950’de seçimleri kaybeden İsmet İnönü, en hızlı şekilde iktidarı kazananlara bıraktı, yeni Başbakanı ve Cumhurbaşkanını tebrik etti ve “Benim en büyük yenilgim, en büyük zaferimdir” dedi, demokrasi adına.
Daha önce bu köşede yazdığım gibi; biz bu seçimde “Tek Adam” yönetimine ve onun antidemokratik, keyfi, hukuksuz, kuralsız, ilkesiz, Anayasayı takmayan, işine gelmediğinde kendi yaptığı yasalara bile uymayan, devletin gücünü ve imkanlarını siyasi ikbali için halka karşı sopa ve havuç olarak kullanan, muhaliflerine düşman savaş hukukunu reva gören, ekonomik kaynaklarımızın yağmalanmasına ve suç örgütleriyle içli dışlı olan bu düzene ya “tamam” ya “devam” diyeceğiz. Otoriterliğe ve baskıya karşı “Yeter, söz milletindir!” diyeceğiz. Başka bir seçeneğimiz yoktur.
Daha Geniş Bir Birlikteliğe İhtiyaç Var
Böyle bir mücadele sadece belli sayıda siyasi partiyle yapılamaz. Daha geniş bir birlikteliğe, geniş halk kitlelerinin desteğine ve bunların demokratik meşruiyetine ihtiyaç var. Geçen hafta, benim de yönetim kurulu üyesi olduğum ve vizyonu “Sorun çözme kabiliyeti gelişmiş, sorunlarının çözümü için kurtarıcı beklemeyen bir toplum” olan Beyaz Nokta Gelişim Vakfı, Türkiye’nin geleceği açısından yaşamsal derecede önemli olan 2023 seçimlerinin Tek Adam yönetimi ile Parlamenter Demokrasi arasında bir tercih olacağının bilinci içinde bir çağrı yaptı. Bu çağrıda;
“Çağdaş demokrasi idealini benimseyen tüm siyasi partileri;
Aralarına sivil toplum kuruluşlarını da alarak bir Demokrasi İttifakı oluşturmaya,
Mevcut Cumhurbaşkanının yeniden aday olmasının açık bir anayasa ihlali olduğu konusunda ama ve fakat demeden tavır almaya,
Yüksek Seçim Kurulunun geçmişte aldığı kararları da göz önünde tutarak, seçime gidiş, seçim ve seçim sonrasında yapılabilecek her türlü provokasyon ve seçim sonuçlarını etkileyebilecek yasa dışı faaliyetler için, şimdiden bir eylem planı hazırlayıp, gerektiğinde barışçıl/pasif toplumsal faaliyetler/direnişler için hazır olmaya ve bu planı şimdiden kamuoyuyla paylaşmaya davet ediyoruz” dedi.
Toplumumuzda yaygın bir hastalık var. Bu hastalık; üç aşağı beş yukarı, toplumun önünde olan siyasilerde, aydınlarda, kanaat önderlerinde, yazan ve çizen takımında da var. Bir sorun dile getiriliyor, ardından sorunun yol açtığı ve ileride açabileceği sonuçlar ortaya konuyor, hatta “Bu sorun çözülmezse çok kötü olur” gibi korkutarak motive etmeye çalışan sözler sarf ediliyor ama çözüm tüm açıklığı ile ortaya konmuyor veya genel ifadelerle geçiştiriliyor. “Geliyor gelmekte olan”, “Her şey güzel olacak”, “Kuruş kuruş milletin çalınan paralarını geri alacağız”, “Sorunları çözmek kolay, bize güvenin yeter” gibi sözler seçmenleri motive etmek için güzel ama yeterli değil.
“Atı alan…” Hukuksuzluğu
Örneğin yaklaşan genel seçimler için açık ara bir numaralı sorun; iktidarın seçim sonuçlarını yasa ve ahlak dışı yollarla kendi lehine etkileme ihtimalini nasıl engelleyebileceğimiz konusudur. İktidarın bu konuda sicilinin iyi olmadığını geçmiş seçimlerden biliyoruz. Daha somut ifade etmek gerekirse; iktidarın seçim sırasında yapabileceği hilelerin yanında seçimin kaybı durumunda -ki çok büyük hata yapılmaz ise muhalefetin kazanacağı kesin gibi- elindeki asimetrik güç nedeniyle zorbalık ve şiddet tehdidi içeren “Atı alan…” hukuksuzluğuna karşı ne yapacaksınız? Ne yapacağız? Bu sorun yuvarlak ve genel sözlerle, “Böyle şeyler söyleyip halkı korkutmayın, sandığa gidin oyunuzu atın, gerisini bize bırakın” gibi durumun vahametinin farkındalığına sahip olmayan sözde güvencelerle ve meli/malı şeklindeki ifadelerle, başkalarına görev ihale edici temennilerle çözülmez. Bu konuda somut öneriler geliştirilmesine çok ama çok ihtiyacımız var.
2017’deki gibi halkın demokratik iradesini yok sayan “Atı alan Üsküdar’ı geçti!” hukuksuzluğu ile önümüzdeki genel seçimlerde bir daha karşılaşmamak için durumun ciddiyetinin tam olarak farkına varmak, meselenin halkın sandıkta oy vermesiyle bitmeyeceğini anlamak ve mücadelenin güçler eşitsizliği içinde olacağını bilerek iktidara karşı demokratik blok içinde yer alan siyasi partilerin, sivil toplum kuruluşlarının ve kritik sayıdaki seçmenin farkındalığını ve bu farkındalığın tetikleyeceği tepkisini harekete geçirmekten başkaca yol olmadığını kavramak lazım. Aksi gerçekten hüsran olur.
Caydırmak Mümkün
Beyaz Nokta Gelişim Vakfı’nda beraber çalıştığım, düşünsel yaklaşımlarından, araştırmacılığından, yenilikçi fikirlerinden ve bilgisinden çok beslendiğim, Devlet ve Turizm Bakanlıkları da yapmış olan Tınaz Titiz’in bu konuda bazı çalışmaları ve önerileri var. Ben burada sadece genel hatlarıyla belirteceğim.
Bir kadın veya çocuğun eşi veya ebeveyni tarafından dövülmesi, insana veya hayvana yönelik cinsel istismar, rüşvet alışverişi, haksız ihale verme, hile yapmak, kopya çekmek, yakınını işe almak, kendi çıkarları için karşısındakinin duyarlılıklarını istismar etmek ve benzeri onlarca yasa ve ahlak dışı eylemin ortak noktaları iyi analiz edildiği taktirde bu eylemleri gerçekleştirenler pekala caydırılabilir ve caydırmak için bazı araç ve yöntemler geliştirilebilir.
7-8 Yaşlarında Afacan Ama Akıllı Bir Çocuk Başardı
“Evde tek başına” adlı bir film hatırlıyorum. Sayısı unutulabilecek kadar çok çocuklu bir aile tatile çıkarken, yola çıkış hazırlıklarının heyecanı içinde çocuklarından 7-8 yaşlarında afacan birini evde unutur ve giderler. Senaryo bu ya; uçaktan inene kadar da yokluğunu fark etmezler.
Sonrasında afacanın başına gelenlerin anlatıldığı filmde; evin hizmetçisi ev sahiplerinin yokluğunu fırsat bilerek, erkek arkadaşını eve alır ve “özgürce” eğlenmeye başlarlar. Onlar evde kendilerinden başkasının olmadığı inancıyla eğlenirken, çok da becerikli olan çocuk, bir kamera ve evin tüm cephesine görüntü yansıtabilen bir projeksiyon cihazıyla, evdeki eğlence sahnelerini tüm mahalleye ve giderek artan kalabalığa seyrettirir.
Aleniyet Kazandırma
Şimdi, buna benzer ve daha olası bir sahne olarak eşine şiddet uygulayan kocayı gözünüzün önüne getirebilirsiniz. Akıllı bir telefona sahip herkes, YouTube gibi video paylaşım platformları üzerinden canlı yayın yapabilir. Hatta belediyenin sunduğu bir uygulama yoluyla tek tuş yardımıyla, şiddete uğrayan kişi, evdeki şiddeti sesli ve görüntülü olarak tüm bir şehre seyrettirebilir; üstelik adres de belli olacağı için binlerce kişi evin önünde toplanabilir.
Böyle bir girişime cesaret edilemeyeceği bir yana, durumun farkında olan komşular bile bu yayını başlatarak mağduru olası tepkilerden koruyabilirler. Bu ve benzeri örnekleri çoğaltabilmek için, işin özünü kısaca ifade etmek gerekirse; buna “aleniyet (yaygın bilinirlik) kazandırma yoluyla caydırma” denilebilir.
Geniş Çaplı Aleniyet Nasıl Sağlanacak?
Siyasal partiler, STK’lar ve bireyler açısından “seçim güvenliği” kapsamında alınabilecek onlarca önlem arasında bir tanesi, tüm önlemlerden daha öncelikli görünüyor. Bu önlem; seçim sonuçlarının, zorbalık, şiddet ve/veya yasadışı yollarla belirlenmesine yönelik girişimlerin “geniş aleniyet kazandırma” yoluyla caydırılmasıdır.Bu tür girişimlere karşı yasal kurumların görevlerini yapacakları umudu dışında, barışçıl az sayıda yol var. Doğası gereği gizli-saklı yapıldığı ya da aksine çok açık şekilde yapılıp toplumun “herhalde yasaldır” zannı nedeniyle gerekli yasal ve barışçıl tepkilerini göstermediği seçim sonuçlarını yasadışı yollarla etkileme girişimlerine karşı uygulanabilecek yöntemlerden en önemlisi ise başta siyasi partiler, yerel yönetimler, STK’lar ve meslek örgütlerinin tüm iletişim imkanlarını seferber edip, geniş çaplı bir aleniyet yaratarak caydırıcılık sağlamalarıdır.Bu önerinin hayata geçmesi için milyonlarca kişiye erişip ikna etmek de gerekmiyor. Muhalif siyasi parti liderlerinin devreye girmesi yeterli. Özellikle CHP ve İyi Parti’nin ellerinde bulunan belediyeler ve iletişim kaynakları başta olmak üzere imkanları bu iş için yeterli. Tınaz Titiz, bu önerinin ayrıntılarını anlatmak için hazır.