Londralılar ne düşünüyor bilmiyorum ama son yıllarda ki göç artışı, mantar gibi her yerden fırlayan gökdelenleri, Istanbul’u aratmayan trafiği ile nefes alınmıyor bu şehirde artık . Arkadaşım ve ben güneşi görünce kim tutar bizi dedik ve ilk trenle Brighton. İngiltere’deki en sevdiğim deniz kasabası. Üniversite öğrencileri ve gayleri ile meşhur Manş denizi üzerinde ki bana İzmir’in Sahil Evleri semtini hatırlatan kasaba. Ne alaka bilemedim ama işte hatırlatıyor yazmadan geçemedim.
Trenden inince köşede Itsu'yu da görünce var ya mutluluğum dublelendi. Brighton'a giden Fish&Chips (Balık ve patates kızartması) yer doğal olarak ama uzun süre Güney İtalya’da kalınca balığın dibine vurdum haliyle Sushi'yi özledim.
Trende güzel bir program hazırlamıştım aslında kesinlikle dünyanın en eski su altı müzelerinden biri olan Sealine Centre’ı gezmenin zamanı gelmişti mesela. Sonra Royal Pavilion Sarayını gezmek lazım. Elektrikli trenle bir de turlamak gerekir gelmişken.
Evde ki hesap çarşıya uymadı tabii, güneşli sahilde çakıl taşlarının arasında denize yakın yıllar önce yanan ama hala dün gibi hatırladığım eski pieri nostalji ile anarak yeni piere doğru yürüdük. Hafta sonu olması nedeniyle Pier'in içindeki kalabalığı sıyırarak dipteki kumarhanemsi pavilion da 1 pound kaybettikten sonra, uzun kuyrukta bekleyerek yumuşak dondurma aldım. Ne roma ne maraş canlarım bu soft yumuşak dondurmayı İngilizler kadar kimse güzel yapamaz mis gibi çikolatalı flake de eklenince of be dedik ne iyi yaptık da Brighton’a geldik özlemişiz çocuklar gibi eğlenmeyi. Pier de bulduğumuz arta kalan patates kızartmalarıyla martıları besledik hoparlörden yayılan Ed Sheeran' ın Shape of you şarkısı eşliğinde dans ettik.
Planımızda North Laines de turlamak, komedy klupte birseyler seyretmek, duvardaki grafitilerin önünde fotoğraf çekmek, en beğendiğimiz kafede 5 çayı ile mis gibi taze kekler yemek vardı ki birden bastıran sisle göz gözü görmez oldu. Alfred Hitchcock’un martılar filmi başladı sanki. Güneşi görünce giydiğimiz şortlar, askılı bluzlar ile güneşin kaybolması nedeniyle titremeye başlayınca kendimizi en yakın bara attık ve günün büyük bölümünü sıcak çay içip bol gazete okuyarak geçirdik
Bize yakışan bir şekilde pozitif bir yaklaşımla birbirimize dedik ki “olsun ya.. Yaza ne kaldı şurada yine geliriz hatta denize bile gireriz şezlongda güneşleriz yeterki hayatta olalım”.
Haftaya görüşmek üzere